Geleneksel mesleklerin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu günümüzde, dede yadigarı bir işin son ustası olan Hasan Usta, 60 yılı aşkın süredir bu geleneği yaşatıyor. Küçük yaşlarda dede’sinin yanında başladığı bu yolculukta, hem mesleğin inceliklerini öğrenmiş hem de o kültürü nesilden nesile aktarmanın gururunu taşımıştır. Ancak Haliç’in kenarında bulunan atölyesinde, gençlerin ilgi göstermemesi ve artan rekabet nedeniyle işini sona erdirme düşüncesi, onu derin bir düşünceye itiyor.
Hasan Usta, küçük yaşlardan itibaren dede’sinin iş yerinde geçirdiği zamanları anlatırken gözünde bir parıltı beliriyor. "Dede’m hep bana, bu meslek kutsaldır derdi," diyor. Geleneksel el sanatları, yalnızca bir iş değil, aynı zamanda bir yaşam felsefesi olmuş, her bir parçada özenle işlenmiş bir hikaye barındırmıştır. Dede’sinin öğrettiği sabır ve detaylara dikkat etme yeteneği, onun ustalığının temel taşlarını oluşturmuş. Usta, her bir malzemeyi seçerken titizlikle çalışıyor; ahşabın dokusunu, metallerin kalitesini ve renklerin uyumunu dikkate alarak eserlerini şekillendiriyor.
Geleneksel mesleklerin korunması adına pek çok inisiyatif olsa da, bu tür zanaat işlerindeki aşamalı yok oluş süreci, genç neslin meslek seçimleri ve yaşam tarzları ile doğrudan bağlantılı. Hasan Usta’nın atölyesi son yıllarda giderek yalnızlaşırken, çevresindeki diğer benzer işletmeler de aynı kaderle yüzleşiyor. Usta, “Bir zamanlar burası cıvıl cıvıldık, ustalarla doluydu. Şimdi ne yazık ki ben kaldım,” diyerek yaşadığı yalnızlığı dile getiriyor.
Hasan Usta, günümüz gençlerinde el becerilerine yönelik ilginin azalmasına üzülerek bakıyor. “Teknoloji her şeyi değiştirdi. Çocuklar artık bilgisayarda oynamayı tercih ediyor, ama o el becerisi ve geleneksel sanatlar da bir o kadar önemli,” diyor. Gençlerin bu sanatlara yönelmeleri ve belki de bir dede yadigarı olan zanaate sahip çıkmaları gerektiğine inanıyor. Ancak bu, basit bir mesajın ötesine geçiyor; Hasan Usta, gençlerin bu zanaatı öğrenmenin sadece bir iş değil, bir yaşam biçimi olduğunu anlamalarını istiyor.
Dede Yadigarı bir meslek olan Hasan Usta’nın yaptığı el işleri, sadece satılmak amaçlı değil, aynı zamanda duygu ve düşüncenin bir yansıması olarak eserleşiyor. “Ben yaptığım her eserle bir parça kalbimi verdim,” diyerek sanatına olan bağlılığını vurguluyor. Ustalıkla yaptığı eserler, gelenek ve modernizmin birleşmesiyle adeta bir köprü kurarak, geleceğe umut taşıyor. Ancak bu köprü, gençlerin onu geçmemesi durumunda zamanla yıkılacak gibi görünüyor.
Son dönemde, yerel sanatların ve zanaatlerin korunması adına yapılan etkinlikler ve eğitim programlarına da değinen Hasan Usta, bu tür girişimlerin önemli olduğunu düşünüyor. "Eğer toplum olarak bu değerlere sahip çıkmazsak, çok geç kalacağız. Bu yalnızca benim mesleğimle ilgili değil; kültürümüz, kimliğimizle ilgili," diyerek bu konudaki endişelerini paylaşıyor.
Gelecek nesillere bırakılacak mirasın öneminin farkında olan Hasan Usta, belki de dede yadigarı mesleğinin son temsilcisi olarak, gençlerin dikkatini çekmek ve onları bu sanatla buluşturmak için çaba göstermeye devam ediyor. Mesleğini bırakmayı düşündüğü bu dönemde, belki de uzun yıllar süren deneyim ve bilgilerini bir araya toplayarak gelecek nesillere aktarmak için bir proje geliştirmeyi planlıyor.
Hasan Usta’nın hikayesi, bir meslekten çok daha fazlasını ifade ediyor. O, dede yadigarı bir kültürün son temsilcisi olarak, geçmişle geleceği birleştiren bir köprü niteliği taşıyor. Geleneksel mesleklerin korunması ve yaşatılması adına duyulan gereksinim, onu sadece bir usta değil, aynı zamanda bir kültür elçisi haline getiriyor. Bu nedenle, onun hikayesi yalnızca kişisel bir başarı değil; aynı zamanda tüm toplumun önemli bir kesimini ilgilendiren bir çağrıdır. Ustanın yaşadığı zaman diliminin sona ermesiyle birlikte, belki de bizler de çok şey kaybetmiş olacağız.